
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 219. maddesine göre; bir maldaki ayıp, satıcının zikir ve vaat ettiği vasıflarda veya niteliği gereği malda bulunması gereken lüzumlu vasıflarda eksiklik olmak üzere iki türde ortaya çıkabilecektir. Bunlardan ikinci tür olan yani lüzumlu vasıflarda eksiklik şeklinde ortaya çıkan ayıptan bunun varlığını bilmese dahi satıcı sorumludur.
Ayıp, maddi, hukuki ya da ekonomik eksiklik şeklinde ortaya çıkabilir.
Tüketici hukuku ile ilgili ayıba ilişkin düzenleme ise 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 8., 9., 10. ve 11. maddelerinde yer almaktadır.
Buna göre; “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilir” denilmekte ve buna ilişkin biçimsel koşullar sayılmaktadır.
Görüldüğü üzere Borçlar Kanunundaki ayıp kavramı ile 4077 sayılı Kanununda yer alan ayıp kavramları birbiri ile örtüşmektedir.
Borçlar Kanununda tanımını bulan ayıba karşı tekeffül, satılan şeyin satıcının zikrettiği vasıfları taşımamasından veya bu şeyin değerini sözleşme gereğince ondan beklenen yararları azaltan veya kaldıran eksiklikler bulunmasından satıcının sorumlu olmasıdır (TANDOĞAN, H.: Özel Borç İlişkileri, C. I/1, Ankara 1988, s. 163; YAVUZ, C.: Türk Borçlar Hukuku, Özel Hükümler, İstanbul 2007, 7. Baskı, s. 97).
Ayıba karşı tekeffül borcu, satıcının mülkiyeti geçirme borcunun tamamlayıcısıdır. Aynı zamanda satıcının bu borcu kanuni bir borç mahiyetindedir (YAVUZ, N.: Ayıplı İfa, Ankara 2010, 2. Baskı, s. 91- 92).
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 221. maddesine göre satıcı, satılanın ayıbını alıcıdan hile ile gizlemiş ise satımda tekeffül hükmünü kaldıran veya sınırlayan her şart batıldır. Satıcı, tekeffül ödevini kaldırırsa kendisi ve karşı akit için gizli kalmış olan ayıplardan sorumlu olmak istemediğini belirtmektedir. Bu nedenle böyle bir açıklamanın bağlayıcı olabilmesi, satıcının kendisince bilinen ayıpların alıcıdan saklı kaldığını ve diğer ayıpların gerçekten tarafından bilinmeyen ayıplar olduğunu kabul ettiğini gerekli kılar.
Bu ilkeler gereğince her kim, alıcının sözleşme yapılırken ayıpları henüz bilmeyeceği ve yalnız bu nedenden onun için zarar verici olan tekeffül görevinin kaldırılmasına razı olacağı üzerine spekülasyon yaparsa, hileli davranıyor demektir. Satıcının hilesi durumunda, tekeffül borcunu sınırlayan ya da kaldıran sözleşme kayıtları sonuç doğurmaz.
Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıplar, gizli ayıptır. Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değildir. Fakat onları meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir (YAVUZ, N.: s. 106-107).
Bile bile aldatma yani hile varsa satıcı ne tam zamanında ayıpların ihbar edilmediğine ne de kısa zamanaşımı süresine dayanabilir. Bu durumda 818 sayılı mülga Borçlar Kanununun 125 ve 126. Maddeleri ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146. ve 147. maddeleri uygulanır. Hileli davranış, ayıpları aldatıcı olarak söylememede ya da alıcının malı muayene etmemesine ya da ayıpları bildirmeden ya da tekeffül talep haklarını korumak için zorunlu olan başka önlemlerden vazgeçmesine aldatıcı eylemleriyle sebebiyet vermede bulunur.
Alıcının ayıpları bildiğini ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir. Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir. (YAVUZ, N.: s. 101).
Bu açıklamalar ışığında; ispat yükü üzerinde olan satıcı, satış öncesi aracın ayıplı olduğu konusunda alıcıyı bilgilendirdiğini veya alıcının bu hususu bildiğini ispatlayabilmelidir aksi halde lüzumlu vasıflarda eksiklik şeklinde ortaya çıkan ayıptan satıcı sorumlu olur.
