
Tam yargı davalarında manevi tazminata karşı "eski kalıplarından çıkarılma"(idare aleyhine) şeklinde bir eğilim olduğu gözlemleniyor artık. Hatta tazminat için " ağır hizmet kusuru gerekeceği " yolundaki Danıştay 10. Daire'nin katı tutumu yerini "hizmet kusuru"nun varlığına bıraktı.
Kanaatimizce manevi tazminata "cezalandırıcı" şeklindeki bir yaklaşım idare hukuku ve idari rejimi benimseyen sistem ile bağdaşmaz. Ancak doğru kullanmak kaydıyla "caydırıcı" sözcüğünün kullanılmasına yaklaşımımız olumludur. Zira caydırıcılık, AY 40 ve 129. maddelerde de yerini bulan " Devletin sorumlu olan görevliye rücu hakkı " ile dolaylı olarak hukuki zemine oturabilmektedir.
Ancak şunu da ilave etmem gerek; "caydırıcılık" yaklaşımını idari yargı yerleri şu anda idarenin "yaşam hakkı ve/veya vücut bütünlüğüne yönelik eylemlerinde" dile getirmektedir. Bu yaklaşıma AİHM kararlarından esinlenilerek varıldığını düşünüyoruz. Zira AİHS’nin 2. maddesinin esas yönü, mademki Devlet’e yaşama hakkını tehdit eden durumlara karşı etkin bir "caydırma" mekanizması oluşturacak yasal ve idari çerçeve oluşturmak görevi vermiştir.
O halde, manevi tazminata hükmederken "caydırıcılık" unsurunun gözetilmesi, bir nevi devletin bu yöndeki ihmalinin İKMALİ yahut TAMİRİDİR.
Av. Selvi ÇELİKKOL
